29 Nisan 2025

1 Mayıs'a giderken Hip-Hop'a 2000'lerden bu yana eklemlenen tüm kenesel varsayımlar.

1. Hip-hop bir direniş biçimidir.

Hip-hop, ezilenlerin, sesi bastırılmışların, görünmez kılınanların kolektif haykırışıdır. Bronx sokaklarında doğan bu kültür, var olma mücadelesi veren gençlerin sesidir. Public Enemy’nin “Fight the Power”ı, sadece bir şarkı değil; sisteme karşı söylenmiş bir isyandır. Hip-hop; mahallelerden sokaklara, gettolardan varoşlara taşan, baskıya, ayrımcılığa, yoksulluğa ve erkek egemen düzene karşı filizlenen bir yaşam biçimidir.


2. Hip-hop’un özü anti-emperyalisttir.

Bu kültür, küresel sermayenin tek tipleştirdiği, paraya endeksli yaşama karşı 80’lerden beri süren bir itirazdır. Fransa banliyölerinde IAM’in parçaları polis şiddetine karşı bir direnişken, Filistin’de DAM, işgale karşı mikrofonu silah gibi kullanır. Türkiye’de 90’larda Cartel’in çıkışı, Almanya’daki emekçi kuşakların sesi olmuştur. Hip-hop; Amerikan kültürel hegemonyasına ve onun dayattığı yaşam tarzına karşı, dünyanın dört bir yanında gelişen estetik bir mücadele dilidir.


3. Hip-hop kardeşliği bir zorunluluktur.

Sınırlar bizi bölmez; bizi ayıran, sermayenin ve iktidarın kurduğu duvarlardır. “Zulu Nation”un 90’larda yaydığı mesaj netti: barış, birlik ve ortak bilinç. Almanya’daki Türkiyeli gençlerle Fransa’daki Kuzey Afrikalı çocuklar aynı beat’te buluştu. Biz, dünyanın dört bir yanında mikrofonu eline alanlar olarak; coğrafya, kimlik ya da dil fark etmeksizin, adaletsizliğe karşı birlikte ses çıkarmalıyız.


4. Hip-hop’un metalaştırılmasına karşı olmalıyız.

Hip-hop bir satış ürünü değil; halkın sahiplendiği, yaşadığı ve sokakta var ettiği bir kültürdür. 90’larda hip-hop modası bile bir karşı çıkıştı: logolar ters çevrilir, markalar alaycı şekilde yeniden tasarlanırdı. Tommy Hilfiger gibi “elit” markalar, mahallede başka anlamlar kazanır; bağcıksız Adidas’lar sistem dışı bir tarzın simgesine dönüşürdü. Run DMC’nin bu tavrı, şirket logolarıyla değil, sokakla özdeşleşmenin sembolüdür. Bugün bu ruh, markaların reklam kampanyalarına yedirilmek isteniyor. Oysa biz bu kültürü satın almadık; biz bu kültürü yaşadık.


5. Hip-hop, kolektif özgürleşmenin aracıdır.

Yükselmek değil, birlikte ayağa kalkmak esastır. 90’larda mahalle stüdyolarında kaydedilen kasetler, kolektif emeğin ve dayanışmanın ürünüydü. Freestyle'lar, beat’ler, dans ve graffiti — hepsi birlikte üretmenin, birlikte direnmenin biçimleridir. Hip-hop’un ritmi; yoldaşlığın, dostluğun, mahallenin ve özgürlük düşlerinin ritmidir.


6. Hip-hop, transfobiye, homofobiye ve cinsiyetçiliğe yer bırakmaz.

Bu kültür, varoluşları bastırılmış tüm kimliklerin nefes aldığı bir alandır. Hip-hop'un kalbi olan sokaklar, sadece ekonomik değil; cinsel, kültürel ve toplumsal dışlanmışlıkla da örülüdür. 80’lerde New York sahnesinde hip-hop’un yanında gelişen queer toplulukların hem dansla hem de stilleriyle kendi alanlarını yaratma çabasıydı. Bugün bile unutulan ya da görmezden gelinen bu gerçek, hip-hop’un doğasında çok sesliliğin olduğunu gösterir.

MC Lyte ve Queen Latifah gibi kadın rapçiler, 80’lerden itibaren erkek egemen sahnede feminist sözleriyle yol açtılar. Latifah’ın U.N.I.T.Y. adlı parçası, kadın düşmanlığına karşı bir manifesto gibiydi. Aynı dönem, Le1f gibi açık kimlikli queer sanatçılar sahneye çıkarak kalıpları yıktı. Bu örnekler, hip-hop’un özünde dışlayıcı değil, dönüştürücü olduğunu ortaya koyar.

Homofobi, transfobi ya da cinsiyetçilik; hip-hop’un değil, sisteme entegre olmaya çalışan yozlaştırılmış versiyonlarının bir sonucudur. Sistemin dayattığı erkeklik kodları, hip-hop’un içine sızdığında; o kültür özünden kopar. Gerçek hip-hop, normlara değil, norm dışı olana alan açandır. Cinsiyetin, yönelimin ya da kimliğin değil; sözünün ve direnişinin gücü belirleyicidir.